Mahsa Emini davasının yıkım projesine dönüşmenin perde arkası
Siyonist rejimin Al Jazeera Haber kanalının Filistin asıllı Amerikalı Hristiyan muhabir Şirin Ebu Akile’nin Cenin’de herkesin gözleri önünde terör ve ölüm emrini vermesi ve şimdiye kadar da bu konuda ikna edici herhangi bir açıklama yapamadığı bir ortamda görünüşte Mahsa Emini konusunda sessiz kalmıştır.
Fakat bir çok kanıt bu rejimin Mahsa Emini ölümü ile ilgili itirazların bir kaos ve fitneye dönüşmesinden çok yararlandığını gösteriyor, hatta ortalığı daha da karıştırmaya çalışan farsça yayın yapan bir çok medyanın bu rejimin uşaklığını yaparak korsan rejimin yerine vekaleten çalıştığı görülüyor.
Son yıllarda her zaman İran düşmanları ve bazı bölgesel rakipleri arasında, İran’ın bölgesel gücüne karşı nasıl mücadele edebilecekleri ve mücadeleyi İran’ın içinden başlatmaları veya direniş eksenindeki bölgesel müttefikleri arasından başlatmaları konuşmaları yapılıyor. Bu bağlamda iki görüş gündeme geldi.
Bunlardan biri, Suudi Arabistan eski Dışişleri Bakanı Suud Al-Faysal tarafından önerilen “engerek ekseni” teorisidir. İkincisi, o dönemde Siyonist rejimin başbakanı olan ve birkaç ay öncesine kadar işgal altındaki Filistin’de iktidarda olan Naftali Bint tarafından önerilen “Ahtapot” teorisidir. Her iki teori doğaları gereği aynıdır ve sadece ifadeleri farklıdır. Tartışmalar hep bu hayali yaratığın önce kafadan mı, yoksa el ve ayaklarından mı kesilmesi gerektiği üzerine odaklanmıştır.
Bu tartışmalar, İran’a ve bölgesel müttefiklerine karşı defalarca uygulanan ve deneyimlenen donanım veya askeri yaklaşıma öncelik verdi. Fakat bu yöntem sadece başarısız olmakla kalmadı, hatta Suriye ve Yemen’de görüldüğü gibi birçok durumda, bu teorilerin tasarımcıları için ters sonuçlar doğurdu. Bu nedenle, sonraki adımlarda, her iki teorinin de genel yapısı korundu, ancak uygulama yöntemi yumuşak yönteme değiştirildi. Böylece mevcut şartlarda ister İran’da veya ister bölgesel müttefiklerinde çeşitli çerçevelerde yumuşak savaş sorunları haline getirilmeye çalışıldı.
Bu bağlamda, Irak ve Lübnan’da görünürdeki halk itirazları başladı ve Irak’ta Adel Abdul Mehdi’nin seçilmiş hükümetinin görevden alınmasına ve yeni seçimlerin yapılmasından yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen hala görevde olan Mustafa Kazemi’nin atanmasına ve yol açan görünüşte halk hareketleri başlatıldı. Tabi Lübnan’da da benzer durum yaşanıyor.
Aslında son günlerde Mahsa Emini’nin ölümü ve kan davası ile İran’da başlayan olaylar da aynı türden eylemlerdir ve daha çok İslam Cumhuriyeti düşmanlarının hedefleri ve çıkarları ile uyumludur. Yoksa hedef, kadın hakları veya Mahsa Emini ölümü ile ilgili gerçeklerin aydınlanması ise bu hedefin gerçekleşmesine yardımcı olan eylemlere vurgu yapılırdı.
Olaylara hangi yönden bakılırsa bakılsın İran’da Mahsa Emini’nin ölümüne yönelik itirazların yıldırım hızlıyla doğal yolundan sapması ve fitne, kargaşa ve kaosa dönüşmesi, Tel Aviv ve batılı müttefikleri ve Suudilerin lehinedir, bu da kazara yaşanan bir olay değildir. Bu üzücü ve esef verici ölüm, İran’ın Özbekistan’ın Semerkant kentinde Şanghay Örgütü’nün 22. toplantısında bu örgütün resmi üyesi olduğu sırada meydana geldi.
Aynı dönemde Corona salgının sona ermesinin ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu liderlerinin 77. toplantısı New York’ta yapıldı. Üstelik İran’ın nükleer meselesi tarafların liderleri ve üst düzey yetkililerinin zirveye katılması, Siyonist rejimi büyük ölçüde endişelendirdi. Zira korsan rejimin Viyana müzakerelerine müdahale etmeden önce anlaşmaya sadece birkaç adım kaldığı ve hatta bu kısa mesafenin BM genel kurulunda atılabileceği ilan edilmişti.
Bu arada Siyonist rejimi daha da endişelendiren 3 konu daha var. Birincisi Rusya’nı Ukrayna savaşı ardından Suriye’deki varlığının azalması ve İran’ın güçlenmesi; ikincisi Filistin’de, temelde İsrail’in BM kararları ve barış anlaşmalarının uygulanmasındaki yükümlülüklerini ihlal etmesinden kaynaklanan yeni bir intifadanın başlaması; ve üçüncüsü ise, Hizbullah’ın Akdeniz’de Kariş gaz sahasına girmesi.
Tüm bu sebeplerden dolayı Mahsa Emini’nin ölümü ve izlemesi gereken yargı sürecinin bir mesele olduğu söylenebilir. Fakat İran düşmanlarının bu davayı suiistimal ederek onu kendi yolundan saptırmaya çalışarak devirme projesinin başka bir mesele olduğu, bunların birbirinden ayırmakla yeni gelişmelerin daha gerçekçi anlaşılabileceği söylenebilir.