Lübnanlı Sünni Alim Şeyh Hammud: Amerika’dan bağımsız olarak karar alma gücüne sahip olan tek ülke İran’dır

  • 28 Şubat 2015
  • 677 kez görüntülendi.
Lübnanlı Sünni Alim Şeyh Hammud: Amerika’dan bağımsız olarak karar alma gücüne sahip olan tek ülke İran’dır

Menfaatlerinden başka bir hedefi olmayan, Amerika’ya bağlılığıyla tanınan Suud’la karşı karşıya geliyoruz. Ya da kendisinin İslam devleti olduğunu iddia eden ancak İsrail’le ilişkilerini sürdüren Türkiye’yi görüyoruz. Keza Katar…

Lübnan’ın önde gelen Sünni âlimlerinden Şeyh Mahir Hammud, bu haftaki Cuma hutbesinde İslam dünyasında cevabını bulamamış en temel sorulardan birinin “Biz şu an Mekke devrini mi yaşıyoruz, yoksa Medine devrini mi” sorusu olduğunu söyledi.

Şeyh Mahir Hammud’un 27 Şubat 2015 tarihli Cuma hutbesi şöyle:

“Üzerinde tartışılan konulardan biri de modern dönemde yaşayan Müslümanların Mekke dönemini mi Medine dönemini mi yaşadığı konusu… Bu tarihi sorgulama çok önemli sonuçları da beraberinde getiriyor: Mekke devrinde Müslümanlara savaşmak haramdı. Müslümanlara çektikleri işkencelere sabretmeleri emredilmişti. “Kendilerine “Ellerinizi (savaştan) çekin, namaz kılın…” denilen kimseleri görmedin mi?..” (Nisa:77)

Günümüz Müslümanları kendilerinin Mekke devrinde olduklarını söylediler. Bu yüzden yöneticilerin yaptıkları zulme sabretmeleri, cihad ilan etmemeleri gerektiği ve yalnızca davetle sorumlu oldukları kararına vardılar. Eğer Medine devrinde olduklarına karar verseydiler bu durumda cihad etmek ve Şeriat hükümlerinin tatbiki görevleri haline gelecekti.

Ancak mesele şu ki, kıyaslama bu noktada eksik kalıyor. Zira Mekke döneminde Şeriat da vahiy de tamamlanmamıştı. Bugün ise tamamlanmış durumda… Böyle bir durumdayken Şeriat’ın bir bölümünü göz ardı edebilir miyiz? Diyebilir miyiz ki, biz Mekke dönemindeyiz ve bu yüzden Şeriatı göz ardı edebiliriz?

Kendi görüşümü ifade etmeden önce bu meselenin İslami hareketler arasında çokça tartışıldığını ifade etmeliyim. Ancak kesin bir sonuca varılamıyor. Bizce:

Medine döneminin en bariz özelliklerinden biri, çoğunluğun İslam’ı istiyor olmasıdır. Hicretten önce Musab Bin Umeyr Yesrib’e gitmiş ve bir süre sonra Rasulullah’ın yanına geri döndüğünde “Ya Rasulullah! Yesrip’ten döndüm. Yesrip’te “La İlahe İllallah, Muhammeden Rasulullah” demeyen tek bir ev bile kalmadı” demiştir. Yesrib halkı Allah Rasulü’nün yönetimine, isteyerek ve seve seve boyun eğmiştir, asla zorbalıkla değil… Bu önemli bir ayrıntıdır. Zorbalıkla Şeriat’ın tesis edilebileceği düşüncesinin hiçbir karşılığı yoktur. Bu durum ancak İslam’ın ve İslami davetin olumsuz etkilenmesine yol açacaktır. İslami davetin toplumun bir kısmına yönelik olması ve diğerlerine karşı sabredilmesi, insanların istemedikleri bir toplumun İslam Şeriatına zorlanmasından daha hayırlıdır. Tabi ki bu noktada da toplumun çoğunluğun bunu istediğinin açıkça gözlemlenmesi, yapay bir talep olmadığının kesin bir şekilde ortaya konulması ve Mısır’da olduğu gibi (Ayrıntıya girmek istemiyorum bu konuda) yöneticinin toplumun önünde belirlenmesi gerekir.

Elbette ki herkesin bunu istemesi imkânsızdır. Nitekim Medine döneminde Müslüman olduklarını ilan eden ama İslam’a ve Müslümanlara karşı komplolar kuran münafıklar vardı.

Diğer yandan Medine devri de çeşitli aşamalardan oluşuyordu: Birinci aşama, ilk yıldan Hicretin 8. yılına kadar “savunma devri” olarak tanımlanabilir. Bunu o dönemde yapılan savaşlardan görebiliyoruz: Bedir, Uhud, Hudeybiye Antlaşması… Son aşama ise “saldırı devri”: Mekke’nin fethi, Huneyn, Mute…

Allah Rasulünün hayatı İslami davetin aşama aşama yapılması gerektiğini, henüz ilk aşamadayken birden son aşamaya geçmemek gerektiğini öğretiyor.

Biz hızlı bir yoruma gittiğimizde şu an toplumlarımızın Mekke dönemini yaşadığını söyleyebiliriz. Bugün İslami davetin birçok devlette çoğunluğa yayıldığını ve bir ülkede çoğunluğun İslam’la yöneten bir yönetici istediğini söyleyemiyoruz.

Bu anlamda bizim hikmet ve güzel bir nasihatle uyarma görevimiz devam ediyor. Diğer yandan İslam şeriatına göre İslami düşünceyi yayma ve başkalarını da davet etme anlamında yönetimden destek almak gibi bir sorumluluğumuz da bulunmuyor.

İslam dünyasında yapılan hataların çok büyük bir çoğunluğu, aşamaların doğru sıralama yapılmadan uygulamaya konulmasından kaynaklanıyor. Halkını kontrol etmekten aciz olanlar bir anda yönetimi ele geçirme aşamasına geçtikleri fikrine kapılarak hataya düşüyorlar. Böyle olunca da menfaatlerinden başka bir hedefi olmayan, Amerika’ya bağlılığıyla tanınan Suud’la karşı karşıya geliyoruz. Ya da kendisinin İslam devleti olduğunu iddia eden ancak İsrail’le ilişkilerini sürdüren Türkiye’yi görüyoruz. Keza Katar…

Bu noktada şunu da belirtmeliyiz ki Amerika’dan bağımsız olarak karar alma gücüne sahip olan tek ülke İran’dır. İran bu gücü uzun bir mücadele ve sabır döneminden sonra elde etti. Bazı dönemlerde Amerika’nın kararına karşı koymanın zor ya da imkânsız olduğu, hatta bazen diyaloga mecbur kaldıkları oluyor. Ancak diğer yandan çoğunluğa sahip olmayan, hatta doğru düzgün bir yönetime veya toprak parçasına sahip olmayan hareketlerin kendilerini siyaseten İslami olarak tanımlamalarına rağmen Amerika’yla, hatta belki de İsrail’le beraber hareket etmeyi mubah gördüklerini işitiyoruz.”

Kaynak:welayet

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.