İmam Hasan (as)

  • 22 Kasım 2014
  • 2.141 kez görüntülendi.
İmam Hasan (as)

Hz. Hasan, Ali bin Ebu Talib ve Fatıma Zehra’nın ilk oğludur. Hz. Muhammed (sav)`in de ilk torunudur. Hicretin 3. yılı Ramazan ayının ortasında doğmuştur. Dedesi ile yedi yıl, babası ile otuz yıl yaşayan İmam kırk yeğdi yaşında şehit edilmiştir. Çocukluk yıllarında dedesini ve kısa bir süre sonra da annesini kaybeden Hz. Hasan, babasının otağında ilmi ve siyasi kişiliğini olgunlaştırmıştır. Eşsiz bir eğitim alan, Ebu Muhammed künyesine sahip Hz. Hasan zekâsının parlaklığından seçilmiş anlamında Mücteba olarak da lakaplanmıştır.
Hz. Hasan eşsiz bir kişiliğe, mükemmel bir ahlaka ve saygın bir geçmişe sahipti. O her açıdan güzeller güzeli bir bahta sahipti. Allah Resulü gibi bir dedeye, Ali gibi bir babaya, Allah’ın razı olduğu Fatıma gibi bir anneye sahipti. Zira ailenin niteliği önemlidir. Neden mi? Çünkü çocuğun kişiliği oluşurken ailenin sahip olduğu özellikler belirleyici bir etkiye sahiptir de ondan. Çünkü aile büyüklerinin söz ve davranışlarından çocukların etkilendiği gerçeği inkâr edilemez. Bu anlamda şanslı bir kişiydi Hz. Hasan.
Allah Resulü gibi bir dedesi vardı. Müthiş bir kişilikti. Sabır timsali, ahlakın zirvesi, iman ve istikrarın remzi, mücadeleci bir kimlik ve kişilikti. Peygamberin ender şahsiyetinden sosyal yaşama akan güzelliklerden elbette ki Hz. Hasan’a da bir hisse vardı. Yaşamını incelediğimizde peygamberden kendisine düşeni aldığına şahit oluyoruz.
Hz. Ali gibi bir babaya sahipti. Hz. Ali, Allah ve resulünün sevdiği bahtiyar kullardandı. İlmin kapısı, yiğit ve cengâver bir kişilikti. Peygamberin otağında vahyin pınarından yudumlamış, önder ve örnek bir şahsiyettir. Her hali şükür, fikir ve zikir olan ilmin şehri idi O. Hasan gibi bir çocuğun babasından etkilenmemesi, kendine düşeni almaması düşünülemezdi herhalde.
O, Fatıma gibi bir anneye sahipti. Öyle bir anne ki her hali tevekküldü. Cömertti. Fedakârdı. Diğerkâmdı. Yaşanan şu olay aslında ne demek istediğimi gayet güzel anlatmaktadır; Hz. Fatıma, bir seferinde ailesi için hazırladığı yemeğini gelen fakire verip, sonra tekrar yemek hazırlamıştır. Bu sefer de bir yetim gelip ihtiyacını arz etmiş, Hz. Fatıma da ikinci sefer hazırladığı yemeğini ona vermiştir. Tekrardan elde kalan malzemesiyle üçüncü kez yaptığı yemeği bu sefer de kapısına gelen esire vermiştir. Sonunda elde avuçta bir şey kalmadığından iftarlarını ailece suyla açmak durumunda kalmışlardır. “Onlar içleri çektiği halde yemeklerini yoksullara, yetimlere ve tutsaklara yedirirler” içerikli ayeti kerime onlar hakkında nazil olduğu gelen rivayetler arasındadır. Peki, bir annenin bu fedakârlığı, diğerkâmlığı, cömertliği çocuğuna sirayet etmez mi dersiniz? Elbette ki sirayet eder. İşte Hasan (ra) böyle bir ailede ve böyle bir sofrada yetişmiştir. Kişiliği de bu sofrada belirginleşip olgunlaşmıştır.
KİŞİLİĞİ
İnsanların kişiliklerini tahlil ederken yaşamlarından kesitler üzerinde iyice düşünmek gerekir. Bu kesitler iyi tahlil edildiğinde nasıl bir kişiliğe sahip oldukları nokta-i nazarında bizlere ciddi ipuçları sunarlar. Sağlam bir karaktere ve olgun bir kişiliğe sahip olan Hz. Hasan (ra) Allah’ın ayetleri karşısında tam bir teslimiyetle gereğini yapardı. Allah’ın sözü üzerine söz söylemez ve aksi yönde bir davranış sergilemezdi. Velev ki istismar olsa da… Anlatılan şu hikâye Onun teslimiyetini ve ihsanını bizlere çok açık bir şekilde anlatmaktadır. Rivayete göre; “Bir gün Hz. Hasan(ra)’ın hizmetçisi, cezalandırılmayı hak eden bir suç işlemiş, Hazret de onun bir daha bu tarz suçlara bulaşmaması için uyarılmasını emretmiştir. Hz. Hasan’ı iyi tahlil etmiş olan uyanık hizmetçi hazreti etkilemek ve kendi payına bir şeyler elde etmek için:
-“Ey mevlam! Allah, “Ve’l kazimin’el ğayz-öfkelerini yenenler” buyurur, demiş, bunun üzerine Hz. Hasan (ra):
-“Onu cezalandırmaktan vazgeçin” buyurmuştur.
Hizmetçi işi bu noktadan öteye götürmek niyetindedir. Ki bizim açımızdan da İmam’ı anlamak için fırsat doğmuştur. Hizmetçi;
-“Ey mevlam! Allah, “Ve’l afine aninnas-insanları affedenler” buyurur, demiştir. İmam (a.s) ona:
-“Seni affettim” diye karşılık vermiştir. Hizmetçi:
-“Ey mevlam! Allah, “Vallahu yuhibb’ul muhsinin-Allah ihsan edenleri sever” buyurur, demiştir. Bunun üzerine İmam (a.s) ona:
-“Sen Allah rızası için artık hürsün, sana bağışladığım miktarın bir kaç katı da senin olsun” buyurarak dedesinin, babasının ve annesinin yolunun yolcusu olduğunu gözler önüne sermiştir.
İmam’ın, Allah’ın kelamı karşısında gösterdiği teslimiyetini, fedakârlığını, cömertliğini ve âlicenaplığını öğreniyoruz bu hikâyede.
İnsanlara karşı hoş görüsü, âlicenaplığı ve merhameti her şeyin ötesinde olan İmam’ın hayvanlara karşı da aynı rikkati gösterdiği malumumuzdur. Tüm canlılara karşı rikkat ve rahmet nazarıyla muamele etmek onun sünnetiydi. Anlatılan şu hikâye bu konuyu anlamamız noktasında önemli ipuçları sunmaktadır.
Nahbih’ul- Kassab şöyle diyor: Hz. Hasan’ın yemek yediğini gördüm; hemen yanı başında da bir köpek vardı. Her yediği lokmanın bir benzerini de köpeğe veriyordu.
-“Ey Resulullah’ın torunu! Bu köpeği buradan kovmayayım mı?” dediğimde buyurdular ki:
-“Bırak kalsın, canlı birisinin yüzüme baktığı halde yemek yiyip de ona bir şey vermezsem Allah’tan utanırım!”
Hayvan severler ve asrın kapitalist bloğu, bu örneklemi okusunlar da vahyin otağında eğitim almış insanların değil insanlara, hayvanlara dahi nasıl merhamet yüklü tavırlar sergilediklerini görsünler. Görsünler de İslam’ın öngördüğü yaşam modeline al görmüş boğa gibi saldırmasınlar. İbret nazarıyla olayları tahlil etsinler.
Âlicenaptı, merhametliydi ama bu onun korkak ve pısırık olmasını gerektirmiyordu. O çok cesur ve cengâverdi aynı zamanda. Anlatılan şu olay onun kahramanlığını ve cesaretini öğrenmemizi sağlıyor. Rivayete göre Cemel savaşında Hz. Ali (a.s), oğlu Muhammed-i Hanefiyye’yi çağırdı, mızrağını ona verip şöyle buyurdu:
-“Bu mızrak ile düşman ordusuna hamle yap!”
Muhammed-i Hanefiyye (ra) mızrağı alıp düşmana hamle etti. Bu arada düşman ordusundan bir grup onun ilerlemesine mani oldular, Muhammed-i Hanafiyye (ra) bir şey yapamayacağını görünce babasının yanına dönmek zorunda kaldı. Sonra İmam Hasan (ra) mızrağı alıp düşmana hamle yaptı. Bir müddet sonra kanlı mızrağıyla babasının yanına geri döndü. Muhammed-i Hanefiyye (ra), İmam Hasan’ın şecaatini görünce, mağlubiyet duygusuna kapıldığından dolayı biraz mahcup oldu. Onun bu mahcubiyet halini gören Hz. Ali (a.s) ona:
-“Üzülme, O (Hasan), Peygamber’in oğludur, sen ise Ali’nin oğlusun” buyurdular.
Zira Allah rasulü Hz. Hasan ve Hüseyin’i göstererek “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir, ulularıdır”, “Onlar dünyada benim iki demet çiçeğimdir” der ve onlara; “Oğullarım” diye hitap ederlerdi.
Nübüvvet mektebinde ilim tahsil etmiş olan İmam, dedesi, babası ve annesinin eşsiz kişiliklerinden mülhem bir kişilik geliştirmiş ve ait olduğu ailenin şanına yaraşır bir ilmi birikime de sahip olmuştur. Müthiş bir zekâya sahip olan Hz. Hasan derin bir anlayış sahibiydi aynı zamanda. Yaşanan şu olay onun bu anlamda fıkhi dirayetini gözler önüne sermektedir. “Bir gün Osman, caminin eşiğinde oturmuşken bir fakir yanına gelerek ondan maddi yardım istedi. Osman, ona beş dirhem vermelerini emretti. Fakir:
-“Bu miktar para bana yetmez; beni, daha çok yardım edecek birinin yanına gönderin.” dedi.
Osman eliyle caminin bir köşesine işaret ederek; “O gençlerin yanına git” dedi. Orada oturan gençler ise, Hz. Hasan, Hüseyin ve Abdullah bin Cafer’di. Fakir adam onların yanına gitti, selam verip muhtaç olduğunu söyledi. Hz. Hasan (ra), İslam’da var olan acıma duygusunun suiistimal edilmemesi için ona yardım etmeden önce şöyle buyurdu:
-“Ey fakir! Başkalarından mali yardım istemek, sadece şu üç yerde caizdir:
1- İnsanın üzerinde ödemekten aciz olduğu diyet (kan parası) olursa.
2- Ödemeye gücü yetmeyeceği, bel büken bir borcu varsa.
3- Fakir ve aciz olup da eli bir yere yetişmezse.
Bu üç durumdan hangisiyle karşılaşmışsın?” Fakir adam;
-“Benim sıkıntım, bu üç şartın birinden ibarettir.” dedi.
Hz. Hasan (ra), adamın bu sözü üzerine elli dinar, Hz. Hüseyin (ra) kırk dokuz dinar, Hz. Abdullah bin Cafer ise kırk sekiz dinar verdiler. Fakir adam geri dönüp Osman’ın yanından geçerken Osman ona;
-“Ne yaptın?” diye sordu. Fakir adam şöyle dedi:
-“Senin yanına gelip para istedim, sen de bana bir miktar para verdin, ama bu paraları ne için istediğimi sormadın. Ama o üç gencin yanına gidip yardım istediğimde onlardan biri; “Ne için para istiyorsun?” diye sordu. Sonra şöyle buyurdu: “Ancak üç durumda, başkalarından mali yardım istenilebilir: “Aciz eden diyet, bel büken borç, boyun eğdiren fakirlik.” Ben de; “Benim sıkıntım o üç durumdan biridir.” dedim. Bunun üzerine birincisi 50 dinar, ikincisi 49 dinar, üçüncüsü de 48 dinar verdiler. Osman fakir adamın bu sözlerini duyunca şöyle dedi:
-“Bu gençlerin benzeri kesinlikle bulunmaz, onlar ilim, hikmet, keramet ve fazilet kaynağıdırlar.”
HALİFELİĞİ VE MUAVİYE`YLE ÇATIŞMA
Hz. Ali Kûfe’de şehit edildikten sonra, Hz. Ali’nin taraftarları Hz. Hasan’a bağlılık yemini (biat) ettiler. Hz. Ali ile halifelik için çatışan ve savaşan Muaviye bu yemini, kendi otoritesine bir tehdit olarak algıladı. Önlem alma noktasında gecikmeksizin faaliyetlerine başlayan Muaviye derhal Suriye, Filistin ve Lübnan’daki ordu komutanlarına savaş hazırlıklarına başlamaları için talimat verdi. Diğer yandan da genç varis Hz. Hasan ile anlaşmayı denedi, daha doğrusu Hasan’a halifelik iddiasından vazgeçmesini bildiren bir mektup gönderdi. Ardından da tehditler savurdu; eğer halifelikten vazgeçmezse, istemediği sonuçların doğacağını ve müslümanların öleceğini İmam’a bildirdi.
Aslında Muaviye için en iyisi Hz. Hasan’ın halifelik hakkından vazgeçmesi olacaktı. Çünkü Muaviye’nin orduları Hz. Hasan’ı savaş meydanında öldürse, tüm güç Muaviye’nin elinde toplansa bile halife olabilirliği tartışılmaya devam edecekti. Kurnaz bir politikacı olan ve halka hoş gözükmeye çalışan Muaviye için bu hiç de istenilen bir durum değildi hâlbuki.
Hz. Hasan hakkından vazgeçmedi ve anlaşma sağlanamadı. Kimi kaynaklara göre altmış bin olduğu iddia edilen Muaviye ordusu Hasan’ı mağlup edip öldürmek için yürüyüşe geçti. Diğer yandan Hasan da ordusunu kurmuş ve savaşmaya hazırdı, iki ordu Sabat yakınlarında karşılaştılar.
Hz. Hasan savaş başlamadan önce Muaviye askerlerine konuşma yaparak onlara yanlış yönde olduklarını ve Muaviye’yi haksız görüyorlarsa onun tarafında bulunmamaları gerektiğini hadis ve Kuran’dan örnekler vererek bildirdi. Hz. Hasan’ın teslim olacağını sanan bir kısım birlikler, Hz. Hasan’a asi oldular ve ona saldırdılar. Hz. Hasan yaralandıysa da, yakın korumaları bu saldırıyı püskürtmeyi başardılar. Ayrıca Hz. Hasan’ın komutanlarından Ubeydullah da Muaviye`nin tarafına geçti. Para ve ihtişam gözünü bürümüş Muaviye, her tür hile ve desiseyi kuruyordu. Bunun içinde para ve makam vaat ederek bir takım insanların saf değiştirmesini sağlamak da vardır.
İki ordu arasında birkaç sonuç getirmeyen çarpışma yaşandı. Sonunda Muaviye üstün gelemeyeceğini, üstün gelse bile birçok adamını kaybedeceğini anladı. Kureyşli iki adamını Hz. Hasan ve takipçileriyle anlaşsınlar diye görevlendirdi. Hz. Hasan yaralanmıştı ve ordusunun içinde meydana gelen başıbozukluk yüzünden ordusuna da pek güvenemiyordu. Sonunda Hz. Hasan ve Muaviye bir araya geldiler ve anlaştılar. Anlaşma şu şartları kapsamaktaydı;
1. Halkın; Allah’ın kitabına, Resulünün sünnetine uygun olarak idare edilmesi.
2. Hz. Ali taraftarlarından olanlara, hiçbir suretle kötülükte bulunulmaması.
3. Hz. Ali’ye kötü söz söylenmemesi.
4. Hak sahiplerine, Cemel ve Sıffiyn savaşlarında şehit olanların evlâtlarına, haraç mallarından pay verilmesi.
5. Muâviye’nin, kendisinden sonra, yerine birisini halife tayin etmemesi.
Antlaşmadan sonra Muaviye, biat almak üzere Kûfe’ye gitti. Orada Muaviye halka hitap ettikten sonra minbere Hz. Hasan çıktı ve yaptığı anlaşmayı halka şöyle anlattı;
Ey Irak halkı! Benim gönlüm sizden soğudu. Babam Ali’nin sağlığında bunca muhalefetler ettiniz, bir gün onu gamsız bırakmadınız. Nihayet babamı öldürdünüz. Bana da bunca zahmet verdiniz; üzerime hücum eylediniz; beni yaraladınız. Henüz yaram iyileşmedi. Malımı yağmaladınız. Ey Irak halkı! Eğer siz Ehli beyt`i peygambere eza kıldınızsa da Allah hıyanette bizimle sizin aranızda hâkim ve kâfidir. Şu halde ben Muaviye’ye biat ettim. Sizin biatinizden bizar oldum.
ÖLDÜRÜLMESİ VE SON YILLARI
Her ne kadar anlaşmış olsalar da Muaviye Hz. Hasan’dan çok rahatsız oluyordu. Hz. Hasan’ın varlığı onu hep endişelendiriyordu. Yaptıkları antlaşmaya bir de kendinden sonrası için halife tayin etmemesi şartı konmuştu ki Muaviye oğlunu bu görev için alttan alta hazırlıyordu. Bunun önündeki en büyük engel ise kuşkusuz Hz. Hasan idi.
Muaviye hilafetinin onuncu yılında, Hasan’ın varlığından iyice rahatsız olmuş ve Hasan’ı öldürme fikirlerine kapılmıştır, diğer yandan da hilafeti oğlu Yezid’e bırakmanın yollarını aramaktadır ve gizliden oğlu için biat almaya başlamıştır. Muaviye, Hz. Hasan’ın karısı olan Cude binti Eş’as bin Kays’a, kocasını zehirlemesi noktasında telkinlerde bulunmuştur. Onu zehirlediği takdirde kendisini yakında halife olacak olan oğlu Yezid’le de evlendireceğini söylemiştir. Cude’ye yüz bin de dirhem göndermiştir. Cude, babası Eşas’ın da kendisini yönlendirmesiyle, Hz. Hasan’ı zehirlemiştir. Hz. Hasan bu zehirlemenin karşısında kırk gün ağır bir şekilde hasta yatmış, hicretin ellinci yılında Sefer ayında kendisine verilen kuvvetli zehir karşısında ciğerleri parçalanarak şehit olmuştur. Cenazesi Medine’ye getirilmiş ve naşı Baki mezarlığına defnedilmiştir.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.